Ebû Süleyman es-Sicistânî, Bağdat felsefe çevresinin öncü isimlerinden biridir ve tasavvufa olumlu bir yaklaşım sergilemiştir. Özellikle ilahî isimlere yönelik düşünceleri, sûfi düşünceyle uyumlu bir şekilde ele alınmıştır. Dönemin önemli filozoflarından olan Ebû Hayyân et-Tevhîdî’nin aktardığı bilgilere göre, Sicistânî’nin tasavvuf ve sûfilere olumlu bir bakış açısı benimsediği belirtilmektedir.
İhvân-ı Safâ, IV/X. yüzyılda etkili olmuş bir felsefi harekettir ve tasavvufu sadece bir eğilim olarak değil, aynı zamanda felsefi argümanların duyulur verilerden türetildiği bir alan olarak ele almışlardır. Vahiy kavramını, nefsin bedensel isteklerden arınması ve amelî akıl tarafından güçlendirilmesiyle elde edilen bir tür müşahede olarak değerlendirmişlerdir.
İhvân-ı Safâ, felsefi argümanların ve vahyin aynı tür bilgiyi sunduğunu savunmuştur. Ancak, felsefi argümanların verdiği bilginin sadece Allah’ın seçkin kulları için zorunlu olduğunu belirtmişlerdir. Bu bağlamda, ruhsal temizlik ve etik davranışların, felsefi bilgiyi Allah hakkında gerçek bilgiye dönüştüren faktörler olduğunu vurgulamışlardır.
İhvân-ı Safâ, filozofun sadece metafizik bilgilerle değil, aynı zamanda zühd ve dindarlıkla donanmış olması gerektiğini ifade etmişlerdir. Tasavvuf büyükleri, özellikle Cüneyd-i Bağdâdî gibi şahsiyetlere atıfla, burhanı mücadele ile birleştirmenin önemine işaret etmişlerdir. Bu şekilde, felsefi düşünce ile tasavvufun birleştirilmesi gerektiği ima edilmiştir.