İslam Düşüncesinde Epistemolojik Yöntem

İslam düşüncesinde hakikate ulaşmada kullanılan iki temel yöntem, istidlal ve riyazet olarak öne çıkar.

İstidlal: Bu yöntem, özellikle II. (VIII.) yüzyılda Mu’tezile kelamcıları tarafından hakikat bilgisine ulaşmada kullanılan bir metottur. İstidlal, akıl ve mantık yoluyla delilleri değerlendirerek, bilgiye ulaşma çabasını temsil eder. Mu’tezile, istidlal yöntemini ahlaki ve teolojik meselelerde hakikate ulaşma amacı için benimsemiş ve savunmuştur.

Riyazet: Riyazet, Cenab-ı Hakk’ın emrine uymak, akl-ı selîmin gösterdiği yolda yürümek ve kötülüklerin kaynağı olan nefis ile mücadele etmek için uygulanan bir metottur. Mistik bir boyut içeren riyazet, içsel aydınlanma, ahlaki olgunluk ve manevi tecrübeye dayanarak hakikate varma çabasını temsil eder. Sûfiler, özellikle riyazet aracılığıyla nefisle mücadele edip manevi yükselişe ulaşmayı amaçlarlar.

İslam düşünce geleneğinde, istidlal ve riyazet yöntemleri zamanla sistemli disiplinler haline gelmiş ve tercüme edilen eserler aracılığıyla aktarılmıştır. İslam filozofları, bu yöntemleri soyutlanma kavramı üzerinden ele alarak felsefeyi bir mistik uğraş olarak değil, metafiziğe yükselme sürecini temsil eden bilgi araçları olarak değerlendirmişlerdir. İbn Vahşiyye’nin bu yöntem ve çıkarımlar ile İşrâkī ve Meşşâî terimlerini kullanarak Platon ve Aristo felsefelerinin kökenlerini anlatmaya çalıştığı söylenebilir.

Felsefi Yeniden Birleşme ve Ayrışma: Sudur Teorisi İle Yeniden Şekillenen İslam Düşünce Tarihi

Sühreverdî, İşrâkī ve Meşşâî kelimelerini, İbn Vahşiyye’nin etkisi altında bir bağlamda kullanarak Platon’u İşrâkīliğin temsilcisi, Aristo’yu ise Meşşâîliğin temsilcisi olarak zikreder. Hikmetin kaynağı olarak da Hermes’e atıfta bulunur.

İslam dünyasında felsefi düşüncenin evrimini takip ederken, Yeni Eflatuncu filozoflar tarafından sudur teorisinde birleştirilen Platoncu ve Aristocu eğilimlerin, İbn Sînâ ve Sühreverdî ile birlikte tekrar ayrışma eğilimi gösterdiği gözlemlenir. Sudur teorisinin İslam dünyasındaki serüveni, çeşitli ekollerin ve eğilimlerin etkisi altında şekillenmiştir. Özellikle İsmâilîler ve sûfilerin sudurcu felsefe ile karşılaşması, nazarî ve mistik yönelimlerin daha belirgin hale gelmesine yol açmış ve erken dönemde Meşşâî damarın hakim görülmesine neden olmuştur.

Sudur teorisinin felsefe ekolü dışındaki ilk sürümü, İsmâilî kelamcılarda ortaya çıkar. İsmâilî kelamcılar, suduru yaratılışı ve imamlar öğretisini açıklamak için kullanarak, daha sonraları vahdet-i vücûd içinde görülecek yorumların erken örneklerini sunarlar. İsmâilî kelamcıların yorumu, tam anlamıyla “tasavvufî” olmasa da geniş anlamıyla irfanî ve mistiktir. Felsefe geleneğine mensup düşünürler, genellikle felsefe ile tasavvuf arasındaki ilişkilere dikkat çeken eğilimleri yansıtırlar.